Nihayet günlerdir beklediği kargo kolisini taşıyan görevliyi görmüştü camın kenarında pencereden sonbaharın eşsiz renk cümbüşünü izlerken. Üzerine aldığı ince morlu battaniyesini bir hışım koltuğun üzerine bıraktı. Merdivenlerden hızlıca indi. Görevli henüz zile basmak üzereydi ki O kapıyı açtı yüzünde kocaman bir gülümseme ile. Mümkün olsa sarılacaktı adama beklediğine kavuşturduğu için. Görevli, kolinin içinde ne olduğundan habersiz sessizce bıraktı kapıya kargoyu ve ”Have a Great day.” deyip uzaklaştı.
Günlerdir demek az gelirdi bu beklenen için. Koliyi ağırlığına bakmadan kucaklayıp üst kata taşıdı. Salonun orta yerine bıraktı usulca. Gramofonda çalan Zara nasılda eşlik ediyordu bu ana…
Sen bir yerde ben bir yerde
Ayrı düştük aynı yerde
Senden önce bilmiyordum
Şimdi düştüm ben bu derde
Gurbet olmuş sıla olmuş
Ayrılık var var ya serde
Ah şu eller eller eller
Gurbet eller yetti gayrı
Birbirini çok sevenler
Böyle durmaz ayrı ayrı
Fonda çalan türkü, salonun orta yerinde duran Türkiye’den gelen koli ve gözleri dolu dolu bu anı yaşayan genç bir kadın…
******** 1 SENE ÖNCESİ ********
KIZ TARAFI
Anne ve babası zorunlu bir göç ile yurt dışına yerleşmişti. Kız çocukları için baba en yakın arkadaş, sırtını yasladığı dağ kısacası her şey demekti. O da tüm kız çocukları gibi babasına çok düşkündü. Yıllar olmuştu onlardan uzakta bir yaşamı devam ettirmeye çalışalı. Kaç kez yanlarına gitmek için vize başvurusu yapsa da her seferinde ret cevabı alarak geri dönmüştü evine olsun yine başvururum diyerek ama sonuncu aldığı cevap reddin reddiydi. Artık denemeyi bırak. Ailen orada ve biz sana vize vermeyeceğiz demişlerdi. Bu çöküş bambaşkaydı içinde. Hiçbir yere sığdıramadı bu hüznü. Neden diye sormak istedi ama kim duyacaktı ki sesini artık… Dışarıda üzüntüsünü dibine kadar yaşayıp eve dönmüştü. Döndüğünde iki yeğeni atladı boynuna. Yanında emanetlerdi onlar anneleriyle birlikte abisinden. Onlarda kendi gibi babalarından uzaktaydılar.
Madem ailemin yanı olmuyor bende onlara yakın bir yere giderim deyip gerekli işlemleri yapmaya karar verdi. Bu küçük yavruların gülen gözleri ona bambaşka umut kapısı aralamıştı.
Bir süre sonra hazırlıklarını tamamlayıp işlemleri hallolunca yeğenlerini ve yengesini de alıp varacağı duraktan bir önceki bekleme ülkesine varmaktı planları ama hayat onları bir kez daha sınayacaktı. Havaalanına geldiklerinde yengesini yani iki küçük yeğenlerinin annesini ülkede bırakmak zorunda kalmışlardı ve mecburen yollarına onsuz devam etmişlerdi. Tam 7 ay geldikleri bu ülkede birlikte kalmıştı yeğenleri ile. Onların hem anneleri hem babaları olmuştu halalık vazifesinin dışında. 7 ayın ardından vizeleri çıkan minik emanetlerini babalarının yanına yollama vakti gelmişti. En zor anlardan biriydi bu. Daha kendisi evlenmeden abisinin emanetlerine anne-baba olmuştu. Hep birlikte aktarma yapacakları ülkeye uçup oradan farklı uçaklarla bambaşka ülkelere gideceklerdi. Ayrılık anları… İkisini ayrı ayrı öptü, kokladı. Hem babalarına kavuşacakları için seviniyor hem de ailesinden tek yadigar bu iki yeğeninden ayrılacağı için hüzünleniyordu. Tarifsiz anlar dedikleri bu olsa gerekti.
Uçak kalkıp tek başına kalınca kendini hepten kimsesiz hissetti. Artık bu yolda tek başınaydı. Ne anne ne baba ne yeğenler ne bir eş. Tek başına zorlu bir yola çıkıyordu şimdi dilini hiç bilmediği ve ikinci vatanı belleyeceği ülkeye gidiyordu. Hazırlıklarını tamamladı ve kendi uçak saatini beklemeye koyuldu.
ERKEK TARAFI
Ailesinden epey uzakta çok sevdiği meslek uğruna yıllarını vermişti ama O da bir gecede tüm geçmişini kaybedip geleceğini yeniden çizmek zorunda kalanlardan olmuştu. Mezun olup atamasının yapıldığı günlerde, heyecanla hayalini kurup yıllarını verdiği meslekten ayrılmak zorunda kalmıştı. Pes etmedi bu sefer Kaptanlık sertifikası alıp iki yıl boyunca ülke ülke dolaşıp kaptanlık görevini yaptı. Ve nihayet kalıcı olmak istediği bir yer vardı ve oraya gitmek için tüm işlemlerini yapıp uçak saatini beklemeye koyuldu.
Uçak Toronto’ya indiğinde bir garip hissetti kendini. Artık 2. vatan diyecekti burası için. Kendisini nelerin beklediğini bilmeden işlemleri yapıp valizini aldı. Kalacağı mekana doğru hareket etti. Saat farkına alışmak, aileden uzaklık ve ne zaman kavuşacağını bilmemenin verdiği burukluk… Tüm bunları düşünürken tam üç günü tüketmişti bu kalabalık şehirde. Camdan bunları düşünürken havaalanına yaklaşmakta olup alçalmaya başlayan bir uçak ilişti gözüne. Kim bilir ne hikayelerle geliyor insanlar diye geçirdi aklından. Buğulanmaya yüz tutmuş gözlerini çevirdi gökyüzünden ve çayından bir yudum alıp Toronto’nun bu kalabalığından ziyade daha sakin bir şehre yerleşmek istediğini düşünmeye başladı. Düşünmekten ziyade böyle karar vermişti.
Toronto’dan Ottawa’ya taşınacaktı ve oraya yerleşecekti.
KIZ TARAFI
Uçağı Toronto havalimanına yaklaşmış ve alçalmaya başlamıştı. İniş gerçekleştiğinde derin bir nefes aldı, küçük oval camdan dışarıya baktı. Dilini hiç bilmediği, tanıdığı tek tük insanın olduğu yepyeni bir ülke. Tek başına tüm bu zorluğun ve daha başına gelebilecek her türlü zorluğu kolaylaştırması için Allah’a dua etti ve emniyet kemerini açtı. Uçaktan inip vize işlemlerini halledip valizini aldı ve havaalanından kalacağı mekana ulaşmak için ayrıldı. Tam üç gün bu İstanbul’u anımsatan şehirde kaldı ama bu kalabalığa ayak uyduramayacağını düşünüp daha sessiz ve sakin dedikleri ve birde aile dostlarının bulunduğu Ottawa’ya taşınmaya karar verdi.
******** 1 SENE SONRASI *********
Birbirlerinden habersiz bu iki genç üçer gün ara ile Kanada’ya gelmiş ve sonra yine üçer gün ara ile Toronto’dan Ottawa’ya taşınmışlardı. Kader ağlarını onlar için örmüştü ama onlar hiçbir şeyden habersiz hayatlarına devam etmeye çalışıyorlardı. Onları buluşturmak için bir ortak nokta gerekiyordu ve bu da kız tarafının tanıdığı aile dostları olmuştu. Ben daha evlenmem, daha dil öğreneceğim, daha erken diye direten kız tarafı ilk görüşmede olmasa da ikinci görüşmede yelkenleri suya indirmiş, içinde kelebekler uçurtan kaptana gönlünü kaptırmıştı. 2. aile gördükleri bu güzel insanların eşliğinde yüzükleri takmış, düğün için gelinlik, damatlık ve çeyizleri Türkiye’den gelecek olan kargolarla bekleme planı yapmışlardı. Çeyizler gelecekti gelmesine ama 2020 yılı deyince ilk akla gelecek olan Korona virüsü boy göstermişti. Boy göstermek ne kelime, hayatımızı ipotek altına almıştı. Tüm mağazalar kapanmış hayat durma noktasına gelmek üzereydi ki ani bir kararla belediyeden gün alıp nikahlarını kıydılar.
Hayatlarında bir ilki yaşama heyecanında olan gençler ne bir kına gecesi yapabilmişti ne bir düğün… Gelinlik giymeyen gelin mi olurdu hiç? Ama olmuştu. Eline kına yakılmadan, aşrı aşrı memlekete kız vermesinler eşliğinde gelini ağlatmadan düğünsüz evlilik mi olurdu hiç? Ama olmuştu. Zar zor başlarını sokacakları bir ev bulmuş, tek tük eşya alabilmişlerdi. Kim böyle bir evlilik hayal ederdi ki? Düğünü de geçelim, kim annesinin ve babasının görmediği bir evlilik hayal ederdi. Kameralardan nikahlarına şahitlik eden aileler… Gözyaşlarının sel olduğu, el bebek gül bebek büyüttükleri yavrularının en önemli anına bir cam ekranın önünden şahitlik edebilen büyükler…
Kına gecesi olmadan evlenmişti madem, o akşam kendi kendine avucuna kına yakmak istemişti. Hiçbir şey olmamıştı madem, bir kınası bari olsundu elinde.
Önünde Türkiye’den gelen koli salonun ortasında dururken gözleri yaşlı tüm bu yaşadıkları bir sinema şeridi gibi geçmişti gözlerinin önünden. Birbirini hiç tanımayan iki insan. Yolları üçer gün ara ile önce Toronto’ya ardından Ottawa’ya düşmüş sonrasında tanışıp evlenmişlerdi.
Tüm bu zihninden geçenleri bir yana bıraktı ve koliyi açmaya başladı. Ellerini kameradan görüp beğendiği lakin denemeye bile fırsat bulamadığı bembeyaz gelinliğinin üzerinde gezdirdi. Bir gözyaşı da bu beyazlığın üzerine kondurmuştu.
Şimdi evleneli bir yıl olmamıştı ama evlenirken nikahında dahi giymek nasip olmayan beyaz gelinliği ellerindeydi…
Salonun ortasında elinde giyilmemiş bir gelinlikle ayakta duran genç bir kadın vardı şimdi. Anne babasından uzak, kına gecesi yapılamamış, düğünleri olmamış…