Okyanus kokusu diye bir kavram var kalbimin en derinlerinde…
Hani bazı parfümleri bile okyanus kokusuna benzetir de satarlar ya…Kimileri arabalarına kolonya niyetine sıkar, binenin kalbi orada kalsın diye, kimi oda parfümü olarak kullanır… Bu fabrikasyon kokularda okyanusun kendine has orijinal kokusunu arayalı hayli zaman olmuştu. Evet bu kokunun müdavimlerindenim. Bu durum yeni filan de değil ayrıca, ben kendimi bildim bileli bu kokuya meftunum. Gezdiğim her şehirde, gittiğim her ülkede bir deniz kokusu arar, bir sahil yürüyüşü yapmak isterim. Kaçış yerimdir mesela deniz benim. Ağladığımda, üzgün olduğumda başımı yaslayacak bir omuz aramak yerine denizin dalgasına sığınırım. Ben anlattıkça rahatlarım, o beni dinledikçe alır götürür sanki dertlerimi. Anlaşırız yani bir şekilde. Birbirimizin dilini biliriz.
İşte o gün, on saatlik araba yolculuğumuzun sonunda, Ottawa’dan Boston’a şehir gezmekten ziyade deniz görmeye gittiğimiz bu yolculuğun sonunda arabadan indiğimde, o kokuyu kalbimin derinliklerine kadar çektiğim an, içimde biriken tüm gözyaşları özgürlüğüne kavuşmuş bir kuş gibi kanat çırptılar okyanusun maviliklerine doğru. Ben onca gözyaşının ne ara biriktiğine mi yansaydım, bunca yılın ardından okyanusa kavuşmuş olmanın heyecanına mı yoksa içime çektiğim kokunun beni alıp tam da çocukluğuma götürmesine mi? Soğuk kanlı olmasını, duygularıma hakim olmasını bilirdim hani ben? Ne oldu da şimdi şıpır şıpır akan gözyaşlarıma engel olamıyordum. Ben ona şimdi buğulu bir camın ardından bakıyordum sanki. Netlik yoktu gözümde, dalgalı deniz gibi bulanıktı görüntü. Sildikçe yenileri geliyordu cama vuran yağmur taneleri gibi. Nefes aldıkça kokusu burnuma değil de kalbime vuruyordu. Ölüm anı gibi, tüm deniz ile ilgili olan anılarım gözümün önünden geçiyordu tek tek. İzmir günlerim, İstanbul boğazı, Malezya adaları, Küba… Denizi gördüğüm en ufak ayrıntıyı bile zihnim o an bulup çıkarıyordu önüme. Eşimin şefkatli kolları yetişti bir anda. Başımı bu defa dalgalara değil, onun omzuna yasladım. Teselli eden hep deniz olurdu beni, bu defa teselliye denizden ötürü ihtiyacım varken dalgaların yerini şefkatli bir omuz almıştı.
Neden sonra önümüzde duran bir bank ilişti gözüme ve oturdum o banka…Olay anı şoku gibiydi ama hızlı atardım üzerimden yediğim şokları. Sildim gözyaşlarımı, derince bir nefes aldım. Baktım sonra okyanusun gözlerine,
-“Özlemişim seni, bir daha arayı bu kadar açtırtma olur mu?” dedim.
O bana baktı, ben O’na… Zaten buluşunca hep öyle yapardık. Yine öyle yaptık. Onunda ne çok derdi birikmiş içinde. Benim gibi anlatacak bir deli bulamamış belli ki. Sonra sustuk, zaman durdu, biz durduk, dalgaların kokusu konuştu. Uzun zaman sonra bulup kavuşmuşken bırakmadık birbirimizi.
Ertesi sabah, tam gün doğumunda (ki ben artık bu kelimeyi duyduğumdan beridir ona rozerin diyorum) otel odamızda üç çift gözü uykusunda bırakıp yanıma sadece kendimi alarak yanına koştum. Terliklerimi çıkardım. İlk buluşmamız kumla oldu. ben bastıkça parmaklarımı içine çekti. Sonra denize yaklaştım, kumlar sanki bizi izliyordu. Hani devlerin buluşması olur ya, bizimkisi de kendi küçük dünyamızda devlerin buluşmasıydı. Ellerimde terlikler, ayaklarım kumlardan sonra denizle buluştu. Sahil yol oldu, ben yürüdüm. Yürüdükçe anlattım, anlattıkça dinledi. Her yeni gelen dalgayla ruhum huzur buldu. Çocuklar gibi şendi cümlesini biri bulup söylememiş olsa sanırım o an benim için uydurulabilirdi. Seke seke yürümeler, şarkılar söylemeler, şiirler okumalar…Ne kadar yürümüş olduğumu geriye dönüp şöyle bir baktığımda farkettim. Meğer ne çok anlatacak şeyim birikmiş sana.
Ah dedim en son… Keşke yanıbaşına taşınabilsem. Her istediğim an kokunu duysam, sahilinde yürüsem, her derdimi bir tek sana yansam. Ne güzel bir dinleyicisin sen. Bana hem yaşattıransın hem yazdıran. Geceleri sesinle huzur verdirip, karanlığınla korkutan, sıcaklığınla içine çekip, deli dalgalarınla ürperten. Yokluğuyla sınayıp, varlığıyla dirilten.
Elbet bir gün buluşacağız. Bu böyle yarım kalmayacak dedim vedalaşırken. Ayrılırken hep yaptığı çocuksu masumiyetini takınıp en sevdiğim gülüşünü verdi yine bana. Veda niyetine ona bir şiir okudum. Onun yokluğunda derdimi kendisine anlattığım, denizin vefakar refakatçisi yağmuru unutup onu anmayarak ona vefasızlık etmek istemedim.
”Gün olur yolun düşerse gurbet ellere,
Al bu dertten yüreğimi dalgalara sar.
Kederin büyüyorsa kuytuluklarda
Gidecek deniz yoksa, bulamadınsa
Al bu dertten yüreğimi yağmurlara ser…”
Şimdi benim yokluğumda sen ve senin yokluğunda ben yağmurlara sarılalım…
Not:Bu yazım Konsol Dergi’sinde yayımlanmıştır.