Bir baba bir oğul, sanki yeryüzünde kıyamet kopmuş da bir onlar kalmışcasına dipdibe, elleri semada.
Bu ay iki cenaze kaldırdık yaşadığım şehirde. Evet, üst üste geldi, iki güzel insanı kaybettik. Biri diğerine sonradan Müslüman olduğu için “Sen sıfır kilometresin, bize dua et.” dermiş. 18 gün arayla komşu oldular birbirlerine.
Niyet edip de bir kere kokoreç yapıp götüremediğim, vefatından sonra rüyamda birlikte kokoreç yediğimiz, güneş gözlüğümü her tepemde gördüğünde bana fırça kayan Ali Amcam… Sonradan Müslüman olup terk-i diyar eyleyen, sonra da kansere yakalanan Nilüfer ablamız…
İnsan gidene değil de en çok ardında bıraktıklarına gözyaşı döküyor. Hele ki küçük evlatlar kaldıysa geride. En büyük ablanın küçük kardeşinin başını okşayışı, yanından ayırmayışı gitmiyor mesela gözümün önünden. Annesi vefat etmiş 20 yaşındaki bir kızdan teslimiyet dersi alıyorduk hepimiz. Bir babanın kızının mezarından gözlerini ayıramayışına takılıyordu sonra gözlerim. Güneş gözlüğü ile perdelediği gözyaşlarını belki de içine akıtıyordu. Biri eşini, biri annesini, biri evladını biri de can dostunu veriyordu o gün toprağa. El açan herkes gök ehline sesleniyordu Onları cennetinin en güzel yerinde ağırlaması için. Yaşayışları gibi gidişleri de ibretlik olmuştu zira biri havada diğeri en güzel haliyle karada veda etmişti dünya hayatına.
Defin işlemi tamamlanınca, geçtim Ali amcamın karşısına. Bir selam ettim sonra gözüm hemen yanıbaşımızda yeni defnedilen bir cenazeye ilişti. O gün bugündür gitmiyorlar gözümün önünden. Biz ne kadar kalabalıktıysak O, o kadar yalnızdı. Bize ne kadar Fatiha’lar okunduysa O’na o kadar az okunmuştu. Bizim mezarın üzerinde ne kadar gül vardıysa O’nunki bir o kadar bomboştu. İçim cız etti. Gözümden yaşlar bir de onların gurbetteki kimsesizliği için aktı. Öyle çaresiz, öyle yalnız, öyle boş bakıyorlardı mezarda yatana. Belliki evin hanımıydı vefat eden. Bir baba bir oğul. Sanki yeryüzünde kıyamet kopmuş da bir onlar kalmışcasına dipdibe, elleri semada, gözleri mezarda yatanda. Mezarlıktan ayrılmaya başlayan herkesi tek tek durdurup ne olur bir fatiha da burada yatan için okuyun deyip yollarından çevirmek istedim o an… Herkesi olmasa da kendimi o mezarın başında buldum ama baba ile oğulun gözlerine bakacak cesareti bulamadım kendimde. Duamı edip onları baş başa bıraktım. Oradan ayrıldığımdan beri gözümün önünde iki kare. Küçük kardeşinin başını okşayan bir abla, kim olduğunu bilmediğim bir mezarın başında yapayalnız kalmış bir baba ve oğlu.
“Sonra bir mezarlıkta
Bir çukurun başında
Bir kapının ağzında
Herkes susar
Konuşur ölüm
Ve sürer hayat.”
Erdem Beyazit