Dolunay Katilleri (Killers of the Flower Moon)

Film: Dolunay Katilleri ( Killers of the Flower Moon)

Vizyona Giriş Tarihi: 20 Ekim 2023

Orijinal Fikir: David Grann

Yönetmen Adı: Martın Scorsese

Başrol oyuncuları: Leonardo Dicaprio, Robert De Niro, Lily Gladstone

Türü: Suç-Drama

Süre: 3 Saat 26 Dakika

 

Sinema severler için 2023 yılı filmlere doyulan bir yıl oldu diyebiliriz. Bazı seri filmlerin devamlarının çekildiği, bazı filmlerin gerçek yaşamdan uyarlandığı heyecan, gerilim ve aksiyon dolu bir beyaz perde yılı. Bu sene film severler olarak bu beyaz perdede neler izledik ufak bir film hatırlatmaları yaparak bu yazımın asıl konusu olan filme başlangıç yapacağım.

Avatar: Suyun Yolu filmi seyircilerin salonlara geri dönmesinde bu yılki filmlere önderlik etti diyebiliriz. Sonrasında gelen Hızlı ve Öfkeli 10, John Wick 4, Mission Impossible: Ölümcül Hesaplaşma – Birinci Bölüme Oppenheimer, Barbie, Blue Beetle, Cehennem Melekleri 4, Dune 2 hepimize bir film şöleni yaşatmış oldu. 2023 yılı henüz bitmedi ve filmler vizyona girmeye devam ederken son olarak yine Oppenheimer ve Barbie filmleri gibi sinema takipçilerinin epeydir beklediği ve başrollerini usta oyuncular Leonardo Dicaprio ve Robert De Niro’nun üstlendiği, David Grann’ın Pulitzer Ödülü’ne aday gösterilen ve sinema filmine uyarlanırken de kitap ile aynı ismi taşıyan Türkçe adı ile Dolunay Katilleri, İngilizce adı ile Killers of the Flower Moon filmi bu ay ki yazımın ana konusu olacak.

Killers of the Flower Moon, bir önceki cümlemde ifade ettiğim gibi David Grann’in Pulitzer Ödülü’ne aday gösterilen kurgu dışı kitabına dayanıyor. Bu film daha öncelerden de suç ortaklıkları ve suçlularla ilgili filmlerine aşina olduğumuz yönetmen Scorsese’nin 27. uzun metrajlı filmi. Martin Scorsese filmlerde izlemeye alışık olduğumuz sınırsız özgürlüğü olan, kendisinin hizmet veren değilde hep hizmet alan konumunda olduğu beyazların 1920’lerde nasıl bunun aksini yaşayıp şiddet içeren komplolarla zenginlik peşine düştüklerini anlatan ve izleyiciyi ters köşeye yatıran bir Batı incelemesi sunuyor.

Hikaye esas olarak 1920’lerde Osage County’de geçiyor. Oklahoma’daki Kızılderili birliği olan Osage topluluğu ABD hükümeti tarafından petrol keşfedilene kadar görünüşte çorak ve istenmeyen bir araziye yerleştirilmişti. Zamanla yaşadıkları toprakların altında petrol olduğunu keşfeden Osage topluluğu yakın zamanda başlarına dert olacak olan bu petrol zenginliği ile yepyeni evler inşa etmeye, şöförlü arabalar kullanmaya, çocuklarını yaşadıkları topraklar dışına okutmaya yollamaya başlarlar.  Kabile topluluğu petrol sondaj haklarını satarak zengin olurken diğer taraftan hisselerinin temettüleri binlerce dolara yükseldikçe, göze çarpan zenginlikleri onları beyaz Amerikalıların hedefi haline getirdiğinden bihaberlerdir. Kuzey Amerika’da kişi başına düşen en zengin topluluklardan biri olan Osageler, kendilerini, bu zenginliği elde etmek için yalan söyleyen, çalan, aldatan ve dahi sevgilerini sömüren insanlarla çevrili bulurlar. Yani tüm bu zenginlik beraberinde birçok cinayet getirir. Toplulukta cinayetler araştırılmaya başlandıkça ölü sayısı da artmaya başlar. Osagelilerin mal varlıkları yalnızca evlilik veya miras yoluyla elde edildiğini ve onları ele geçirmek için kaba kuvvetten daha fazlasının gerektiğini bilen bir grup beyaz Amerikalıların insanları nasıl kandırdığı bu ölü sayılarının yirmiyi aşması ile toplum liderlerinin devletten yardım istemesi sonucu şehre FBI’a bağlı dedektifler gönderilir. Amerikalı ve kızılderililerden oluşan bir ekip şehirdeki esrarengiz ölümleri araştırdıkça sır perdesi aralanmaya başlar.

Yazar David Grann’ın romanından beyaz perdeye aktarılan filmin yönetmen koltuğunda Martin Scorsese’nin oturduğunu söylemiştim. Forrest Gump, Köstebek, Kirli Sırlar, Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi gibi filmlerin senaristliğini yapan Eric Roth aynı zamanda bu filmin de senaristi.

Filmin kısa bir özetinden sonra biraz analizleri arttırmak için yine film içinden bir kaç kesit sunmaya çalışacağım. Batı güzellemeleri filmlerinde alışık olduğumuz çoğu şeyi yerle bir etmiş bir senaryo var karşımızda. Güçlü ve zengin batılı yerine parasız, kumar ve hırsızlıkla geçimini sağlayanlar, 1920’li yılları düşünecek olursak filmde atlardan ziyade şöförlerinin Amerikalı beyazlar olduğu arabalar, bir yanda kanunsuz haydutlar varken diğer yanda bürokrasi ve sözleşmelerin ağır bastığı bir hayat düzeni. Filmlerde alışık olduğumuz şiddet, uyuşturucu ve sigorta dolandırıcılığı ile son bulmuyor bu filmdeki kötülükler. Bir insana yapılabilecek en büyük kötülüklerden biri olan güven duygusunu da suistimal ediyorlar. Bu filmin Batılı beyaz adamları Osage’nin zengin kadınlarını servetlerini ele geçirmek için onların güven ve aşk duygularını kullanıp evleniyorlar. Yani dolandırıcılıkta çığır açıyorlar.

Filmin başında, amcasının kurduğu hırsızlık çetesine hizmet etmek üzere dünya savaşından Osage County’ye gelen Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı Ernest Burkhart’la tanışıyoruz. Robert De Niro’nun canlandırdığı amcası William King Hale, zengin bir yerel çiftçi olarak şehirde göz boyar. Kendi gözleri ise Osage’lilerin haklarındadır. Ernest düşündüğünüz gibi zeki ya da yetenekli biri değil zira bazı kadınlar için yakışıklılık zekadan önce gelir ve yakışıklılığın para yaptığı yerde Ernest’in parlak mavi gözleri Hale’in planlarını  işletecek kadar güzeldir. Yerli ve zengin bekar bir kadın olan Mollie’nin belki de evlilik yolunda Ernest’e geçer not verdiği bir sahne var. Bir gece kadın Ernest’i evine yemeğe davet eder. Yemek sonrası içecek faslında dışarıda fırtına başlar. Bir kızılderili inancı olduğunu anladığımız sahnede yağmurlu havayı sessizlik içinde, sakince ve bir şeyler yiyip içmeden beklemeleri gerekir. Ernest bu esnada içeceğine uzanır fakat Mollie onu beklemesi konusunda uyarır ve Ernest denileni yapar. Belki de bu Ernest için zevkleri uğruna Mollie’den vazgeçip geçmemesi konusunda yaptığı hayati bir testti.
Gelin şimdi bakış açımızın çerçevesini biraz büyültelim.
Kitap ve filmi birbirinden ayıran en önemli kısım aslında okuyucuya ve seyirciye verdikleri mesajda gizli. Filmde  Osage topluluğunun zenginliğine insanların duygularını, iyi niyetlerini kullanarak ve dahi katliamlar yaparak ulaşan Amerikalı beyaz bir çeteye odaklanılıyor. Halbuki tüm bu yapılanları mümkün kılan bir siyasi güç var arkalarında. Hale ve çetesinin ve daha nicelerinin kurdukları planların hayata geçebilmesini sağlayan, siyasi çıkarların kol gezdiği, ölümler neticesinde ırklarının devamının o bölgede riske girdiği ve onca kişinin ölümünde devlet yetkilileriyle görüşmeye bizzat toplum liderlerinin gidip yardım isteyene kadar FBI yetkililerinin olaya el atmadığı belki de görmezden gelinen petrol zengini Osage toplumu.
Orijinal senaryonun olduğu kitapta ise yazar biraz daha cesur bir tavır sergilemiş. Günümüz dünyasında bile bir kaç sene önce Kanada Başbakanı ülkesindeki yerli halk olan kızılderililerden geçmişte kendilerine yapılan zulümlerden dolayı özür dilerken kim bilir 1920’lerin Amerikasında başka ne zorluklar yaşamışlardı. Yazar işte tam da bu düşüncelerle kitabını Osage toplumuna karşı işlenen cinayetlere, şiddetin devam ede gelen toplumu nasıl etkilediğine ve dahi bunların günümüzde de peşlerini bırakmadığına, ardı arkası kesilmeyen bu ölümlerle ailelerin nasıl baş etmeye çalıştığına parmak basarak sona erdiriyor.

Analizimin sonuna gelirken bir izleyici olarak filmin süresi ile ilgili bir eleştirimi de ekleyip bitirmek istiyorum. 2023 yılında izlediğimiz filmler arasında 3 saati bulanlar vardı lakin konunun akışı, aksiyon sahneleri sizi filme kilitliyordu. Bu film gerçek bir yaşam hikayesinden alıntı olmasına ve bir çok usta oyuncuyu kadrosunda barındırmasına rağmen şahsi fikrim ve bir çok filmi izleyen kişiden aldığım tek yorum hayal kırıklığı idi. 3 saat 26 dakikalık bu film bence 2 saatte bitebilirdi. Çok durağan ve gereksiz uzunluk onca emeği heba etmiş.

Sanırım ben Dicaprio’yu daha iyileri gelene kadar Kanlı Elmas ve Zindan Adası filmleri ile hafızamda tutmaya devam edeceğim.

 

 

MAVİ

MAVİ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *