Leylan

Serap’ın Kürtçesi “leylan’dır. Adını “Leylan” koysalardı, onu ilk gördüğüm anda kavuşamayacağımızı anlardım mutlaka. Ben Serap’ın leylan olduğunu iş işten geçtikten sonra anladım. Adı “Mürüvvet” olsaydı farklı olur muydu, bilmiyorum. Ya da “Vuslat”? Yine de ben Leylan’ı sevdim, serap olacağını bile bile. (Sf. 21, Leylan) 

Ocak 2020’de Dipnot Basimevinden çıkan 300 sayfalık Selahattin Demirtaş imzalı bir roman ”Leylan”.. 

Kendinizi tam bir hikayenin içine çekilmiş heyecanla devam ederken yazar sizi bir hikayeden alıp birinci hikayenin silik kahramanlarından biri olan Netice isimli karakterin kalemiyle bambaşka bir hikayenin ortasına sokuyor. Yani yazar ince bir ustalıkla aslında iki hikayeyi birbirine bağlamış oluyor. 

İlk bölümde bizlere romanda başkahraman Diyarbakır delikanlısı Kudret, Kudret’in kavuşursa tüm büyüsünün bozulacağına inandığı, bu sebeple ne kendisinin evlendiği ne de başkasıyla evlenmesine izin verdiği büyük aşkı Serap, Kudret’in en yakın arkadaşları Süphan ve Kemalettin eşlik ediyor. Bu kısımda hem Kudret’in Serap’a olan aşkını hayranlıkla izliyor hem de bir Kürt çocuğunun yaşadığı zorlukları siyasi bir dilden uzak olarak bir çocuğun gözünden izlenimliyoruz. 

‘’ Beş yıl boyunca anlatılan derslerin çeyreğini bile anlamamıştık. Bunu sınıfın geneli için söylüyorum. Biz üçümüz o çeyreği de anlamamıştık. Yedi yaşındaki bir Türk çocuğunu İstanbul’un göbeğinde Çince eğitim yapan ilkokula gönderdiğinizde ne kadar matematik, hayat bilgisi ve Çince öğrenebilirse biz de o kadar öğrendik işte.’’ 

Okul ve ev hayatında iki dilliliğin getirdiği zorluklar, Türkçe ve Kürtçe arasındaki farklılıklar benzerlikler, ve en önemlisi de doğuda ayrım yapmaksızın insan olmanın önemini vurgulayan gencecik bir öğretmenin çocukların gönüllerine nasıl girdiğine şahitlik ediyoruz. Esprili bir dilin hakim olduğu birinci kısımda bol bol gülümsemeye de hazır olun. Ne de olsa hikaye bıçkın delikanlı Kudret’in anlatımıyla bizlere ulaşıyor. 

‘’Aşk’ın Kürtçesi ‘’evîn’’dir. Ve senin evin dünyadaki en güvenli yerindir’’ diyor Kudret ve Serap’a olan aşkını ve kavuşmayı istememesini şöyle açıklıyor okuyucuya: 

‘’En hesapsız, en çıkarsız, en saf halimle sevdim onu. Bendeki bu saflık biterse aşkımın da biteceğine inandım. Aşkım bitmesin diye de korurum bu yönümü. Sonraları bu benim için yaşam tarzına döndü. Hep uzaktan, platonik sevdim onu. Aşkımı itiraf etsem, kavuşsak, buluşsak veya evlensek aşk biter dedim.’’ 

Kudret’in ve dolayısıyla diğer kahramanların sınıf arkadaşı olan ve sınıfta bolca esprisi yapılan Netice birgün yazdığı kitabı üç eski sınıf arkadaşına getirir ve böylece birinci hikaye ikinci hikayeye bağlanır. 

Ikinci hikayede bizleri Nusaybin’li devrimci ve profesörlüğü engellenmiş Bahtiyar, Bahtiyar’ı bu kutlu yolda yarı yolda bırakmış olan can dostu Celal, üniversitede tanıştığı sonradan nörolog olan ve hayatını Bahtiyar ile birleştiren Sema arasında geçen ve sonradan hikayeye dahil olan yan karakter gibi görünen fakat her birinin ana karakter gibi işlendiği Zeliha, Mutlu ve Linda ile tanıştırıyor.

Diyarbakır’dan İstanbul’a, oradan Zürih’e ve son olarak Nusaybin’e uzanan hikayede Celal karakterini, kendi davasını kişisel heves ve mevki uğruna satmasının iç hesaplaşmasını yaparken buluyoruz. 

Çoklu bilinç ortamı olarak adlandırılan, sağlıkta bir devrim olan iki beyni birbirine bağlayıp birbirlerine düşüncelerini aktarma tedavi yönteminin konu alındığı kısımları büyük bir ustalıkla bizlere anlatan yazarın bu kısımlar için uzun araştırmalar yaptığı ve konuya olağanüstü bir hakimiyeti olduğu gözlerden kaçmıyor. 

Her iki hikayede de yazarın verdiği mesajlar hiçbir zaman romanın edebi yönünün ve kitaptan aldığınız lezzetin önüne geçmiyor. 

Yazarın bu romanı yazarken hapishane ortamında olduğunu düşünecek olursak, ve yaşadığı psikolojiyi de göz önünde bulundurursak, kusursuz bir roman ortaya çıkarmasını tebrik etmek gerekir. Kitapta yer yer esprili argo dili kullanan yazar, baskısız kendi düşüncelerini de karakterler vasıtasıyla okuyucuyla paylaşmış. Kitap sizi o kadar tüm karakterlerle bütünleştiriyor ki, kendinizi bir sayfa daha bir sayfa daha deyip kitaba devam etmekten alıkoyamıyor; her karaktere ayrı ayrı bürünüyorsunuz. 

Sizlere son olarak kitabın arka kapak sayfasında yazılı olan bir alıntı ile veda edip kendimi roman karakterlerinin arasına salıyorum… 

‘’ Bu hayatta her şeyiyle güvenebildiğiniz en az bir kişi olmalı. Yoksa kendinizi hep yalnız hissedersiniz. İnsanların çoğu yalnızdır o yüzden, yapayalnız. Yaşananlar kelepir bir hayatın ikinci el versiyonu gibidir. Yaptığınız hiçbir şey size ait değildir, benliğinize, özünüze… Hayatınız, tümüyle güvensiz bir ortamın mecburen size yaptırdıklarından ibarettir. 

Saf çocukluk halinizden geriye kala kala yüzünüzde ”memur gülüşü”, dudaklarınızda ”gammaz öpüşü” kalır. Öptüğünüz yer kirlenir, güldüğünüz zaman herkes incinir. Elinizde etrafı yeşil dantelli beyaz bir mendil de yoksa temizleyemezsiniz hiçbir yerinizi. Ben Serap’ı böyle sevdim, en saf halimle, uzaktan.’’

MAVİ

NOT: Bu yazım 07/03/2020 tarihinde Ses Dergisi’nde yayımlanmıştır.

MAVİ

MAVİ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *