Kanada’nın sıradan bir şehrinin, sıradan bir mahallesinde, sıradan bir evde, fazlasıyla sıradan emeklilik hayatını yaşamaya başlamış bir insan Garry. Otuz yıl mesai yapmanın verdiği erkenden kalkma alışkanlığını bırakmaya yeterli olmamış henüz emekliliğinin ilk ayı. Tek bir farkla ki, artık iş yolunda arabasının radyosundan haberleri değil, doğayı dinliyor sabahları. Kuş seslerine, rüzgara, ağaçların hışırtısına odaklanmış. Güneşle beraber vücudundaki kafein ihtiyacı da yükselince, gece yağmış yağmurun bıraktığını kokudan kahve kokusuna dogru yürüyor aslında parktan evine dönerken…
Öğlen olmuş, kendini garajlarındaki marangoz sehpasının başında bulmuştu Garry. Öğrenmenin yaşının olmadığı mottosuyla sarıldığı bu yeni hobisinde, sabahleyin aldığı kahve kokusunun yerini kesilmiş tahta kokusu alıyordu gün içinde. Bir yandan şimdilik ayakta bile duramayan fakat bitince gayet güzel sallanacak olan sandalyesi için biçerken önündeki tahta parçasını, aynı anda uzaklardaki çocuklarını ve torunlarını düşünüyordu.
Kayda değer bir zaman geçmişti bir araya gelmeyeli, belli ki bu yaz için yanlarına gitme kararı çok yerindeydi. Uçak biletleri emekli birisi için çok da hesaplı olmasa da, ihtiyar bir çiftin özlem duygusunu gidermek kaç dolar ederdi ki?
İşte tam bu esnada, kapı zilinin sesini duyuvermişti elindeki testereyi bırakır bırakmaz. Eşinin kapıyı açmak için hareketlendigini duymayınca, kendisi yöneliverdi kapıya doğru. Zaten bir molayı haketmişti çoktan.
Kapının ardındaki insanlari ilk defa görüyordu, bir aile olmalılardı. Selam verip kendilerini tanıttıklarında, çat pat konuşabildikleri İngilizcelerinden yeni komşuları olduklarını anlayabilmişti. Tanışmak için kapıdan uğramış, evlerinde pişirdikleri sıcacık ekmekten getirmişlerdi. İki gün önce dışarıdan gelen seslerden tahmin etmişti yandaki boş evin yeni kiracılarının taşınmakta olduklarını ama garajdan dışarı çıkıp bakmamıştı, ilgilenmemişti belki de. Dışarıda hiç denk gelmediği sol komşusunun aksine, sag komşusunu tanıyordu artık, onlar Hasan ve ailesiydi.
Eşiyle beraber ikindi çayında yedikleri o ekmegin ilk sıcaklığı gibiydi Hasan ve ailesinin yüzleri. Mahallede verilen kısa komşu selamlarından farklıydı enerjileri, hele de dil gibi ciddi bir bariyer üzerinden bu enerjiyi göndermeleri daha da kıymetli kılıyordu onları.
İlerleyen zaman ve ısınan havayla beraber, Garry ve Hasan da sıcak kapı önü muhabbetlerini sıklaştırmışlardı. Yavaş, geniş zaman çekimli cümleler içlerindeki kelimelerden çok daha fazlasını taşıyordu. Tam da böyle bir cümleyle davet etmişti Hasan komşularını evlerine akşam yemeğine. Kısa bir tereddüt yaşasa da tamam demişti Garry, neden olmasındı ki. Yeni tatlar denemek kaçırılmayacak bir fırsattır şu hayatta!
“Yirmi yaş genç olmak vardı şimdi ” demisti Garry yemek masasını görünce. Şeker ve tansiyon problemleri bu masadan alacağı hazzı minimuma indirmiş, fakat hepsinden az da olsa tatmasına engel olmamıştı. Bu mükellef sofrayı tamamlayacak olan tatlıyı üzülerek geri çevirmek zorunda kalmışsa da şekersiz bir Türk çayı midesi için güzel bir kapanış olacaktı o gün için.
Çayla beraber Hasan ’ın sorduğu soru onu bir anda geçmişe götürüvermişti: “Garry, takıldığın arkadaşların var mı, neler yaparsınız onlarla?”. Evet, çokça arkadaşları olmuştu zaman içinde. Kimisi başka şehirlere gitmis, kimisiyle de zamanla kopmuşlardı. Yalniz sayılmasa da kalabalıklar içinde de değildi.
Arkadaşları, komşular, çevresi. Önemli bir detay vardı Garry’nin hatıralarında ve söylediği şu cümle, Hasan ve ailesinin Kanada’ya gelmeden önce bunca zaman yaşadıkları sıkıntıları tek kalemde anlamlandırmaya yetmiş, hayat denen çerçevede yerine oturan bir yapboz parçası olmuştu: “Hasan, biliyor musun, yirmi senedir kimse bizi evine davet etmemişti, ta ki siz davet edene kadar…”